Makaleler

Depremler – Yapılar ve Gerçekler

Prof. Dr. Nilüfer AKINCITÜRK
Uludağ Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi
Mimarlık Bölümü Başkanı
SKB Danışma Kurulu Üyesi
Yerkabuğu içinde biriken enerjinin ani ve bilinmeyen bir süreçte ortaya çıkması ile oluşan kırılmalar ve oluşturdukları türlü dalgayla niteliği değişen zeminler içinde farklı yayılması, yapılar üzerinde istenmeyen etkileri ve yıkımlarıyla deprem olgusunu yaratırlar. Deprem büyük can ve mal kaybına yol açan doğal bir afettir. Ülkemizde de yüzyıllardır olduğu gibi, çok yakında Van’da yaşadığımız acı gerçekler eğer sorumluluklar yeterince paylaşılmazsa, gelecekte yaşanacakların örneği olabilir.

Mimari tasarımın ve buna bağlı taşıyıcı sistem ile elemanlarının seçimi yapıların deprem karşısında çok önemli rol oynamasına neden olur. Bu açıdan belirli kurallara uymayan mimari tasarımlara göre yapılan yapılarda bu güne dek çeşitli derecelerde hasarlar ve can kayıplarına neden olan yıkımlar olmuştur. Bu açıdan günümüz koşullarında sonuncusu çok yakın zamanda yaşanan tüm acı deneyimlerde, deprem dayanımının mimari tasarım aşamasında şekillendiği bir defa daha acı bir sonuçla anlaşılmıştır. Zemin ortamı deprem dalgalarının özelliklerine bağlı olduğundan yapı üzerinde tehlikeli davranışlar oluşturur. Bu nedenle, yapının oturduğu zemin özellikleri önem taşımaktadır. Dolayısıyla bir yapının yer alacağı zemin durumu ve buna uygun temel ve taşıyıcı sistem seçimi yapı oluşturma sürecinde tasarımın en önemli mimari ve mühendislik işbirliği ile oluşturulacak kararlarıdır.

Gerek “mimari planlama”, gerekse “strüktürel” tasarım aşamasında uyulması yönetmeliklerle koşullandırılan kurallar, her ülkede o ülke depremselliğine uygun olarak belirlenir.

Deprem etkisinde kalacak yapı tiplerinin tümünün depreme dayanıklı tasarımı ve uygulaması için koşullar ile depreme dayanıklı yapıda olması gerekli özellikler, Deprem Yönetmeliklerinde açıkça belirlenmiştir.

Ülkemiz açısından yeni başlayan deprem çalışmalarına sürekli bir yenisi eklenmekle birlikte, süreci belli olmayan deprem olgusu için “öncesi ve sonrası” evresinde yapılabilecekler önem kazanmaktadır. Bu evrelerin yapı uygulama evresindeki koşullar ile birlikte, insan can ve mal kayıplarında yapılabilecekleri de ortaya koyması da ayrı bir önem taşımaktadır.

Projelendirme, yapım ve uygulamadaki sorunlar, yakın geçmişte yaşanan olaylar sonucunda, “Depremle birlikte yaşama ve depreme dayanıklı yapı tasarımı bilinci” edinmek önemli bir hedef olmuştur. Ülkemizde, depremle birlikte yaşamayı öğrenmek tüm yapıları depreme dayanıklı tasarlamak ve inşa etmek demektir. Son Van Depremi bunu hala başaramadığımızı açıkça ortaya koymuştur.

Ülkemizde çok nitelikli birçok bilimsel çalışmada, “Deprem” konusu kapsamında bugüne kadar yapılan tüm çalışmalarda, depremin yapı üzerindeki etkileri ve fiziksel kayıplar ele alınmış ve bu hasarların toplum üzerinde bıraktığı sosyal, kültürel, ekonomik kayıplar ile can kayıpları irdelenmiştir. Ama önemli olan bu çalışma sonuçlarını uygulamaya yansıtılmasıdır.

Bunun yanı sıra, deprem kuşağı üzerinde yer alan tüm ülke topraklarının tarihsel süreç içinde etkilendiği ve sürekli etkileneceği gerçeğini unutmamamız gereklidir. Deprem zaten kendisini sürekli hatırlatmaktadır. Marmara Depreminin izleri silinmeden, konu gereği ayrıntılı incelenen 3 Şubat 2002 Afyon – Sultandağı depreminde ağır hasar gören ve tümden yıkılan yapıların 1985 yılı başlangıcı ile yapılan betonarme yapılar olması yeterli sorumluluğun bulunmadığını vurgulamak açısından ibret verici bulunmuştur. “ 6.5” büyüklüğündeki bu depremin etkisinde olan bölgede yapılan arazi gözlemleri; hasar incelemeleri depremlerin bizlere yapı kalitesinin önemi ve kaçak ve sağlıksız yapılaşmadaki ve dayanıksız yapılardaki riskler hakkında, bilgi sahibi olunmasına rağmen, uygulamada istenilen sonuca ulaşılamadığı son 7,2 şiddetindeki Van Depremi’nde  bir kez daha anlaşılmıştır.

Sorunlar-Sorumluluklar

Ülkemizde; Eğitim sistemi, Şehir ve Bölge Planlama, Yönetmelikler, Tasarım, Taşıyıcı sistem, Malzeme seçimi, Uygulama kalitesi, Denetim, Yapı Kullanımı, Yapıların Sağlamlaştırması açısından, pek çok sorun bulunmaktadır.

Üzerinde durulması gereken en önemli etmenlerin, geç kalınmadan geleceğe dönük neler yapılabileceğinin çok geniş kapsamlı programının yapılmasıdır. Bu konuda depremselliği çok yüksek bir coğrafya üzerinde yer alan ülkemiz meslek adamları, odalar ve kurumların  devlet organizasyonu yaptırımının verdiği ivmeyle,  birlikte yol alması önem kazanır.

Çünkü, doğal olarak geçmişten günümüze gelen ve kayıp verileri ile birlikte kronolojik tabloları yapılan depremlerin, gelecekte farklı büyüklükteki depremler ile süreceği varsayılan gerçeklere dayanmaktadır.

İstatistikler ve yaşanan gerçekler, ülkemizdeki çeşitli sistemlerdeki yapı stoğunun yadsınamayacak büyüklükteki bölümünün orta şiddetteki depremlerde bile yeterli güvenliği sağlayamayacak durumda olduklarına işaret etmektedir. Nitekim 1999 Marmara Depremi ve son 2011 Van Depremi sonrasındaki tüm sarsıntılar bu gerçeği bir kez daha gün ışığına çıkarmıştır.

Konut niceliğinin diğer yapı türlerine oranla daha fazla oluşu yanısıra gelişigüzel tekniklerle uygulanması ve yapım ilkelerinin az önemsenmesi sonunda sonucunda en fazla hasarın bu yapılarda oluşmasına neden olmuştur.

Buna karşın deprem sonrasında sığınılabilecek ulaşım, haberleşme, enerji, sağlık, kamu yapılarının deprem sonrasında bile işlevselliğini sürdürebilmeleri gerekmektedir. Ancak, devlet eliyle uygulanması gerçekleştirilen bu yapılar, çeşitli nedenlerden dolayı kullanılamaz duruma gelmektedir. Bu nedenle, konu gereği varolan bilgi birikimi ile yapı stoğumuz içindeki bu tür yapılara güçlendirme onarım ile yeterli güvenlik niteliği sağlanmalıdır. Özel mülkiyetli yapıların bölgelerindeki durumları saptanmalı ve önerilecek güçlendirmeleri, onarımları gerçekleştirmek için bir model oluşturmalıdır.

Depremlerin neden olduğu hasarların bağlı olduğu faktörler:

  • Bölgenin, depremin merkez üssüne ve aktif faylara yakınlığı,
  • Bölgenin zemin ve jeolojik yapısı, zemin dinamik parametreleri,
  • Toprak cins, katman koşulları, yer altı su seviyesi,
  • Yer seçimi ve arazi kulanım kararları,
  • Çevresel değerlere duyarlılık,
  • Bölgede yaşayan nüfus ve nüfus yoğunluğu,
  • Alt ve üst yapıların yoğunluk, tasarım ve inşaat kalitesi,
  • Toplumun bilinç düzeyi olarak özetlenebilir.

Deprem zararlarının azaltılmasında çalışmalar ise;

  • Yer bilimleri açısından,
  • Şehir ve bölge planlama açısından,
  • Mühendislik, mimarlık açısından,
  • Sosyo-fiziksel açıdan,
  • Sosyo-ekonomik açıdan,
  • Sosyo-psikolojik açıdan ele alınması gereken etkileşim içinde bir bütündür.

Deprem hasarlarını en az düzeyde tutabilmek için yapılacak çalışmalar özetlenirse;

  • Deprem öncesi yapılması gereken afeti önleyici çalışmalar,
  • Depremden hemen sonra yapılması gereken kurtarma, yardım ve geçici barınma çalışmaları,
  • Depremden sonra yapılması ve yeniden yapılandırma çalışmalardır.

Özellikle; mimar ve mühendisler açısından, depreme dayanıklı yapı üretiminde;

  • Tasarım,
  • Projelendirme,
  • Yönetmeliklere uyum,
  • Taşıyıcı sistem seçimi,
  • Ürün seçimi,
  • Denetimli uygulama,
  • Bakım, onarım konularında, bilgi, deneyim ve iyi bir yapım süreci gerekmektedir.

Genel Değerlendirme ve Öneriler

Son depremlerde sınanan yapılar, betonarme, çelik, ahşap yapıların depreme dayanıklılık tartışmalarını gündeme getirmiş olsa da, yukarıdaki maddelere uyan bir yapım sürecinde, mimari ile statik proje uyumu içinde, üretim şartları da gereğince yerine getirilmiş bir yapıda depreme dayanım konusunda endişe duyulmaması gerekir.

Deprem bilinci, toplum içinde yerleştikçe, yapı oluşturma, yapıya sahip olma ve yapı kullanımı konularında yapılan yanlışları azaltacak; üretici, kullanıcı ve mesleki uygulama, denetim  ile ilgili sorunları azaltacaktır.

Depreme dayanıklı yapı üretimi açısından yönetmelik ve kurallardan, ödün verilmeyerek yapılacak planlanma en önemli kriterdir. Özellikle bu konuda, deprem mühendisliği alanındaki gelişmeler yakından takip edilmelidir. Bilinçli ve bilgili mimar, mühendislerin yetiştirilmesinde meslek içi eğitim, üniversite ve meslek odalarının öncelikli görevi olmalıdır.

Yapılardan yeterli bir deprem güvenliği beklemek için ülkemizdeki gerçeklerin bilinmesi ve mevcut yapı stoğunun fiziksel durumunun sorununun net ve açıkça ifade edilmesi ve kararların verilmesi gerekmektedir. Can kaybına neden olan en büyük sorun yapıların ağır hasar görmesi olduğundan yapılar, kurtarılamadan insanlar kurtarılamaz. Hatta kurtarma çalışmaları yapmak üzere eğitilmiş ve örgütlenmiş kişilerde dayanımsız yapılarda hayatını kaybederek görevlerini yapamazlar ya da enkaz alanına girilmesi bile olanaksız olan yoğun yerleşimlerde büyük yıkımlar olabilir. Olabilecek en hasarlı deprem senaryolarına göre önlemler alınmalıdır.

İmara açılan arazilerin sağlam zemin olmaması durumunda, yapı kalitesinden ödün verilmemesi gerektiği, uygulamada istenilen kalitenin birçok nedenle elde edilemediği bilinmelidir.

Kaçak yapılaşmanın, gereksiz ve hesapsız kat ilavelerinin ve bitmemiş görünümlü yapı kirliliğinin ve de mühendislik-mimarlık hizmetlerinden yoksun yapıların, ülkemizdeki yapı stoğunun büyük bir yüzdesini oluşturduğu bilinmektedir. Deprem açısından çoğunlukla riskli bölgelerdeki bu yapılar için çözüm önerileri modelleri de farklı sorunları kapsar. Kent yakın çevresi, tarım arazilerini de içine alan bu durum, deprem güvenliği, yeşil alan dengesi açısından da farklı olumsuzluklar yaratmaktadır.

Sadece betonarme yapılar için sorun ve sorumlulukların çerçevesi kısıtlanmamalı, yadsınamayacak kadar büyük yapı stoğunu oluşturan halk elinden mimarlık denilen, usta-çırak ilişkisine dayanan, kırsal alan sivil mimari örneklerini oluşturan,  özgün malzeme ve ilkel şartlarda hazırlanmış dolgu malzemeleriyle üretilen yapılara da çözüm getirilmeli, kişiler depreme dayanıklı yapı uygulama teknikleri ve malzeme kalitesi konusunda bilgilendirilmelidir.

Hazır beton santrallerinin bulunmadığı yörelerde, en kısa sürede gerekli çözümler üretilmeli, kalitesiz beton kullanımının neden olacağı mal ve can kaybı ile bilgiler sürekli verilmeli, betonun döküm ve bakım şartlarının hazırlandığı ortam ve dozajı kadar önemli olduğu uygulamacı ve kullanıcı tarafından bilinmelidir.

Mimarın, mühendislik bilgilerini anlaması, gerek eğitimle gerekse uygulamadaki sorumluluklarıyla arttırılmalıdır. Ara teknik elemanlar, ciddi bir eğitimle yetiştirilmelidir. İşçilikteki kaliteden ise asla ödün verilmemelidir.

Yapı denetim sistemi iyileştirilmelidir. Yapı denetimi hakkındaki kanunlar, uygulamanın kaçınılmaz bir kuralı olmalıdır. Zorunlu durumlarda zemin iyileştirilmeli, yer altı su seviyesi ve yapı ilişkisinde taşıyıcı yapı elemanlarındaki malzemeleri korozyona karşı koruyucu yalıtım önlemleri alınması zorunlu hale getirilmeli, temel sistemleri iyi denetlenmelidir.  Zorunlu Deprem Sigortasının, afet konutları sorununa çözüm getirebilecek bir şekilde işlerliği ve geçerliliği daha da  geliştirilerek desteklenmelidir.

Mevcut yapıların deprem güvenliğinin araştırılması ve dayanımlarının arttırılması için teşvik edici ekonomik destekli çözümler üretilmelidir. Belirli kaynaklar sağlanmalı, kritik yapılara bu konuda öncelik verilmelidir. Özellikle kaçak yapılaşmanın ve kalitesiz, denetimsiz üretilmiş yapı stoğunun ciddi bir boyutta ele alınıp, deprem dayanımlarının irdelenmesi gereklidir.

1999 Marmara Depreminden sonra, İstanbul, Bursa gibi birçok büyük şehirde ciddi çalışmalar yapılmıştır. Zemin etüdleri yapılmış, Depreme Hazırlık için gerekli örgütlenmeler tamamlanmıştır. Bursa Valiliğinin Afet Yönetim Merkezi konu ile ilgili kent için güven kaynağı olan önemli bir yapılaşmadır. Afetlerde, arama, kurtarma, ilk yardım, haberleşme ve sosyal yardım hizmetlerini yürütmek ve koordine etmek ve de eğitim amaçlı bu merkezler her kentte oluşturulmalıdır. Bunun önemi son Van Depremi’nde çok daha iyi anlaşılmıştır.

Kişi, Kurum, Kuruluş düzeyinde, Sivil Toplum Örgütleri ve  Gönüllüler düzeyinde, tek yapı ve mahalle ölçeğinden başlayan her çalışma ilgililerce değerlendirilip geliştirilerek, saptanan modeller oluşturulacak sağlıklı kent’ler ve ülke ölçeğine taşınmalıdır.

Bina projelerine, imar planlarına, fenni sorumluluklara, yapı denetimlerine imza atan mimar depremden sorumlu en önemli kişilerden birisi olma sorumluluğunu taşımalıdır. Bilimsel çalışmalar daha da teşvik edilerek; yer bilimcileri, mühendisler, mimarlar yapı ile ilgili her eleman için sürekli gündemde olan araştırma ve inceleme çalışmaları ışığında, teknolojik çalışmalarla konu ile ilgili problemler büyük ölçüde çözülebilir. Ülkemizdeki yapıların deprem dayanımıyla ilgili tüm tasarım ve uygulama sorunları; disiplinler arası ilişkiler, ilgili eğitim kurumları ve kuruluşlar, yönetimle ilgili birimlerin meslekler arası ciddi bir bilgi alış verişi ile, kentsel planlama anlayışından, tasarım ve sistem seçimi ile uygulama detay ve kalite denetimi bütünlüğüyle çözülebilir. En önemlisi tasarımda, uygumla, kullanım, bakım ve onarımda toplum deprem bilincini edinebilirsek,  artık bu kadar sık yaşanan ve can kaybı olan acı deneyimden bir ders  alınmış olur.

Kaynak:  Akıncıtürk, N., 2003, “Ülkemizdeki Deprem Etkileri Ve Yapısal Tasarımda Alınması Gereken Önlemler”., T.C. Uludağ Üniversitesi, Mühendislik Mimarlık Fakültesi Yayını, 1-285., ISBN No: 624.176209561  Ak52ü.,  Bursa, 2003.