Makaleler

Yeni kent ekolojisi

Prof. Dr. Hasan ERTÜRK
Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Kamu Yönetimi Bölümü Anabilim Dalı Başkanı

Bilindiği gibi, insanlığın kültürel evrim sürecinde en önemli olgularından biri, sanayi devriminden bu yana kentlerin hızla büyümesidir. İnsanlığın ilk önemli dönüşümü olan tarım devrimi sonucu ortaya çıkan kentler, sanayi devrimi ile birlikte hızlı bir büyüme süreci içine girmişlerdir. Bu süreçte kentler, hızlı ekonomik büyümenin sağladığı ekonomik olanakların yanı sıra ekolojik sistemlerdeki bozulmanın ve çevre sorunlarının yoğun biçimde yaşandığı mekânlar haline gelmiştir. Ne yazık ki uzun yıllar kentlerin kültürel, ekonomik ve sosyal birer yaşam alanı olmalarının yanı sıra, ekolojik sistemlerin birer parçası olduğu gerçeği dikkate alınmamıştır. Oysa kentler, kültürel (yapay) çevre ile doğal çevre unsurlarının iç içe geçtiği ve etkileşim halinde olduğu, karmaşık birer ekolojik sistemdirler. Bu bağlamda kentler, kültürel ve yapay çevreden oluşan organize yaşam alanlarıdır. Bir ekolojik sis-tem olarak kentlerde de tüm ekolojik sistemler için geçerli olan ekolojik ilkeler geçerlidir.

Odum, kentleri diğer ekosistemler içerisinde parazit olan teknoekosistemler olarak tanımlamaktadır. Teknoekosistemler, ileri teknoloji ve enerji kaynakları sayesinde, doğal ekosistemlerin yapısını önemli ölçüde değiştirebilmektedirler. Bu bağlamda birer teknoekosistem olan kentler, kültürel çevrenin doğal çevreye baskın geldiği mekânlardır. Kentlerde, ekolojik sistemlerin taşıma kapasitesini dikkate almadan yoğunlaşan üretim ve tüketim etkinlikleri, ekosistemler üzerinde önemli baskılar yaratmaktadır. Özellikle de kentler, enerjinin yoğun olarak kullanıldığı, bu bağlamda dışa bağımlı ve çok miktarda artığın ortaya çıktığı ekosistemlerdir. Bir başka anlatımla kentler, “ekolojik ayak izi” diğer yerleşim alanlarına ve doğal ekosistemlere oranlara çok daha fazla olan ekolojik sistemlerdir.

XX. yüzyılda kentlerin hızla büyümesi, özellikle de gelişmekte olan ülkelerde gerçekleşen dengesiz kentleşme, kentlerdeki yaşam kalitesini önemli ölçüde azaltmıştır. Kentler, yararlandıkları ekolojik sistemlerin taşıma kapasitesini dikkate almadan plansız ve kontrolsüz bir biçimde büyümektedirler. Kentlerin plansız ve kontrolsüz bir biçimde büyümeleri, kent ekosistemleri üzerinde olumsuzluklar yaratmanın yanı sıra onları, ekolojik açıdan sürdürülebilir olmaktan uzaklaştırmaktadır. Sürdürülebilir kentler için, ekonomik ve toplumsal olanla ekolojik olanın birlikte ele alındığı, bütünsel bir planlama anlayışına gerek duyulmaktadır. Bu anlamda kentler, sürdürülebilir kalkınma yaklaşımının, mekânsal bir birleşimi olmaktadır. Sürdürülebilir kentler için de ekolojik planlama önemli bir araç haline gelmektedir.

Ekolojik Sistemler

Ekoloji sözcüğü ilk kez, 1869 yılında Alman biyoloji bilgini Ernst Haeckel tarafından önerilmiştir. Eski Yunanca oikos (ev) ve logos (bilim, araştırma) sözcüklerinin birleştirilmesi ile türetilen ekoloji sözcüğü “canlıların birbirleriyle ve çevreleriyle olan ilişkilerinin araştırılması” olarak tanımlanmaktadır (Odum, Barrett, 2; Ertürk 2009, 3). Boughey ekolojiyi basitçe, ekolojik sistemlerin (ekosistemlerin) incelenmesi olarak tanımlamaktadır (Boughey, 4). Bilim dalı olarak ekolojiyi, diğer bilim dallarından ayıran önemli özellik pozitif bilimlerin indirgemeci yaklaşımı yerine, bilimsel olarak bütünsel yaklaşımı kullanmasıdır (Ertürk 2009, 27-43). Ekolojinin bütünsel yaklaşımı, sistem ekolojisi anlamına gelmektedir (Capra 1994, 334; Capra, 1992, 304; Ertürk 2009, 27-29).

Sistem, bir bütün oluşturacak biçimde karşılıklı olarak birbirine bağlı unsurların tümü olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımlamadan da anlaşılacağı gibi, tüm sistemlerin ortak özelliğini unsurlar ve ilişkiler oluşturmaktadır. Ancak bir araya gelmiş unsurların ve unsurlar arası ilişkilerin bir sistem oluşturabilmesi için şu iki koşulun gerçekleşmesi gerekmektedir.
1. Sistem içindeki unsurlar, bir eylemi gerçekleştirmek üzere sürekli ve düzenli ilişkiler sağlayacak biçimde bir araya gelmelidir.
2. Her unsurun sistem içinde özgün bir işlevi bulunmalıdır.

Sistem yaklaşımı, karmaşık bir yapıyı anlama isteğinin göstergesidir. Sistem yaklaşımında karmaşık ilişkileri incelemek, sorunları çözmek ve modeller geliştirebilmek için, sistemin unsurlarını ve ilişkilerini bir bütün olarak düşünmek ve ele almak gerekmektedir. Diğer yandan bir sistemin alt sistemlerini kendi başına bir sistem olarak ele almak mümkün olduğu gibi, aynı sistem daha geniş bir sistemin bir alt sistemi olarak düşünülebilir. Odum ve Barrett ekolojik sistemleri dört temel grup altında sınıflandırmaktadır (Odum, Barrett, 71-72;76;412-458). Deniz ekosistemleri: tatlısu ekosistemleri; karasal ekosistemler; insan tasarımlı ve insanoğlunun yönettiği ekosistemler. İnsan tasarımlı ve insanoğlunun yönettiği ekosistemler ise, tarımsal ekosistemler ve teknoekosistemler olarak ikiye ayrılmaktadır. Teknoekosistemler ise kentler ve endüstriyel alanlardır.

Teknoekosistem olarak kentler

Teknoekosistemler, Sanayi Devriminden sonra oluşan, kentsel-sanayi toplumlarının yaşadığı ve doğal ekosistemlerin yeniden düzenlenmesiyle oluşturulan ekolojik sistemlerdir. Teknoekosistemler, doğal ekosistemlerdeki yaşam ve destek sisteminin yapısını, ileri teknoloji ve enerji kaynakları sayesinde değiştirebilmektedirler.
Bir teknosistem olarak sanayi kenti, ağırlıklı olarak sanayi üretiminin gerçekleştirildiği ve bu bağlamda insan toplumlarının yoğunlaştığı ve bu yoğunlaşmaya paralel olarak tüketim etkinliklerinin de yoğunlaştığı yerleşimlerdir. Bir başka deyişle sanayi kentleri, ekonomik etkinliklerin yoğunlaştığı alanlardır. Madde dengesi modeline göre ekonomik etkinliklerin gerçekleştirildiği ekonomik sistemler (ve bu bağlamda kentler) bir ekolojik sistemin parçası olarak düşünülebilir (Ertürk 2009, 63-67; Hutman, 43-44). Modele göre, ekolojik sistemler için geçerli olan temel ilkeler, herhangi bir ekonomik sistem içinde geçerlidir. Ekonomik etkinlikler için, ekolojik sistemlerden elde edilen maddelerin ve enerjinin, değişik biçimlerde de olsa, ekolojik sistemlere geri döneceği temel bir ilke olarak kabul edilmektedir.

Bilindiği gibi ekonomik etkinlikler, üretim ve tüketim olarak iki ana etkinliğe ayrılırlar. İnsan ekolojik sistemlerdeki döngülere, üretim etkinlikleri nedeniyle üç aşamada etkide bulunmaktadır. Birinci aşamadaki etki, bir metaryalin döngüden çekilmesi veya sistemdeki enerjinin akımından alıkonulmasıyla ortaya çıkmaktadır. Kimyasal ve fiziksel işlemlerin gerçekleştirildiği ikinci aşamadaki etki, ekolojik sisteme uyum kabiliyeti az olan farklı kimyasal birleşimler şeklindeki yapay maddelerin ortaya çıkmasıyla oluşmaktadır. Nitekim bu maddeler tüketilirken, tüketiciye yararlı olmayanları atık olarak çevreye bırakılmaktadır. Son aşamada ise, tüketiciye sunulamayan ve genellikle de doğal ortamda kinden farklı bazı yapay maddeler atılma yoluyla, ekolojik sistemdeki döngülere karışmaktadır. Enerji ve madde üretiminde, tüketime sunulamayan bir çok fazlalık, atık ürünler olarak tekrar ekolojik sisteme bırakılmaktadır. Tüketimde ise, sunulan ürünlerin tamamı yok edilmeyip, bir çoğu atık madde biçiminde ekolojik sisteme bırakılmaktadır. Böylece, ekolojik sistemden alınan mineraller ve enerji kullanım değeri çok düşük ve döngülere intibak kabiliyeti az olan bir biçimde tekrar çevre sisteme verilerek, döngü kapatılmaktadır. Döngülerin kapanması, birinci termodinamik yasasının gereğidir. Üretim faaliyetleri sonucu ortaya çıkan yapay maddeler, ekolojik döngüler yoluyla ekolojik sistemde dolaşıma başlamakta ve DDT; radyoaktif maddeler örneklerinde olduğu gibi, canlıları çeşitli biçimlerde etkilemektedirler. Termodinamiğin birinci yasasına göre, enerji kapalı bir sistemde yok olmayıp, diğer bir şekle dönüşmektedir. İkinci termodinamik yasasına göre de enerji, daima daha yoğun ve düzenli bir biçimden, daha az yoğun ve dağınık bir şekle dönüşmektedir. Buna göre, bir ekolojik sistemde, ekonomik etkinlikler nedeniyle enerji kullanımı arttıkça, yararsız enerji miktarı artmakta bu da sistem içinde düzensizlik (entropi) yaratmaktadır. Benzer biçimde bir ekolojik sistemde düzenli ve kullanım değeri yüksek bir biçimde bulunan minerallerin bir kısmının, üretim ve tüketim süreçleri sonunda, düşük kullanım değerine sahip atıklara dönüşmesiyle, sistemdeki düzensizlikler artmaktadır. Kısaca ekonomik etkinlikler (üretim ve tüketim süreçleri) ekolojik sistemlerdeki düzensizliği arttırmaktadır.

Madde Dengesi Modeli çerçevesinde, ekolojik sistemler gereksinmelerin karşılan-ması için çeşitli hizmetleri sunan yeniden üretilemez sermaye malı olarak düşünülebilir. Ekolojik sistemin insana sunduğu hizmetler dört ana başlık altında toplanabilir (Freeman, Haveman, Kneese, 12-19; Hultman, 42).
1º – Ekolojik sistemler insana öncelikle besin ve oksijen kaynağı olarak hizmet eder. Bu hizmetin kaliteli bir düzeyde elde edilmesi insan yaşamının devam ettirilmesi açısından önemlidir.
2o- Ekolojik sistemler, insanlara diğer gereksinmelerini karşılamak üzere gerçekleştireceği üretim ve tüketim etkinlikleri için gerekli enerji ve mineral girdileri sağlamaktadır.
3o – Ekolojik sistemler, insanlara çeşitli etkinliklerden arta kalan atıkların alıcı ortamı olarak hizmet etmektedir. Ancak ekolojik sistemlerin atıkları emme ve özümseme kapasitesi sınırlıdır.
4o – Doğal çevre insanlara yaşam ortamı olarak hizmet etmektedir. Nitekim bozulmamış ve özgünlüğünü koruyan bir doğa parçasının insanlara psikolojik katkısı çok önemli bir işlevdir.

Ekolojik sistemlerden belirtilen hizmetleri temin eden insan toplumlarının günümüzde bu sistemleri “uygun” bir biçimde yönettiği söylenemez. XX. yüzyıl, insanların ekolojik sistemler üzerindeki baskılarının giderek yoğunlaştığı ve bu bağlamda da çevre sistemlerde önemli dengesizliklerin ortaya çıktığı bir yüzyıldır. Gerçekten de XX. yüzyılda, nüfusun hızla artışının yanısıra, bilimsel ve teknolojik gelişmenin insanlara önemli bir üretim ve tüketim gücü kazandırması oranında ekolojik sistemlerin bozulmaya uğradığı görülmektedir.

Boughey, küresel boyutta yaşanan çevre krizinin tümüyle kentli halkların dolaylı veya dolaysız biçimdeki doymak bilmez taleplerinden doğduğunu belirtmektedir (Boughey, viii). Boockhin ise, kentlerin ortaya çıkışı ile birlikte toplumsal yaşamın biyolojik boyutunun hemen hemen bütünüyle darmadağın olduğunu belirtmektedir (Bookchin, 169). Bir milyonluk tipik bir modern kentte, günde 500.000 ton lağım pisliği, 2000 ton süprüntü ve 950 ton gaz ve partikül ekolojik sisteme bırakılmaktadır (Edington, Edington, 35). Bu zararlı unsurlar sistemde iki yönlü sorunlar yaratmaktadır. Bir kısmı yaşam ve sağlığa zararlı olduklarından, bir kısmı da virüsler, parazitler ve hastalık taşıyıcıları güçlendirdiğinden topluma önemli zararlar vermektedirler. Kentlerin ekolojik sistemleri zarara yol açan sistemlerin ortaya çıkardığı güçlüklerle karşı karşıya kalmışlardır. Odum ve Barrett birer teknoekosistem olan kentleri ve sanayi alanlarını, bir çeşit pa-razit ekosistemler olarak tanımlamaktadır (Odum, Barrett, 458).

…Çünkü bu tip ekosistemler kendilerine yeterli değildir ve yaşam destek kaynağı bakımından biyosferde başka ekosistemlere bağımlıdır.

Teknoekosistemler; ne yazık ki, biyosferdeki yaşam destek sisteminin temel ilkelerine uymadan, hızlı ve rastgele bir şekilde yayılmaktadır. Düzensizliğin bu şekilde devam etmesi halinde, bu yapay ekosistemlerin kendi gelişimlerini sürdürmek için gerekli ve zorunlu olan biyolojik alt yapıyı bozup tüketmesinden endişe edilmektedir. Ülkeler ve ilgili kurum ve kuruluşlar, teknoekosistemlerin kaliteli bir şekilde devamını sağlamak için daha geniş düzeyde özellikle şehircilik ve peyzaj planlaması alanlarında bazı ciddi adımlar atmak zorundadır.

Toplumsal sistem olarak kentlere ekolojik bakış

İnsan toplumları, tarihsel süreç içerisinde, karmaşık ve birbirleriyle bağlantılı fiziksel, kimyasal ve biyolojik süreçlerden geçmiştir ve bu süreçler halen devam etmektedir. Güneş enerjisi, elementlerin dolaşımı, jeofizik süreçler ve iklim değişimlerini düzenleyen etkenler bu süreçleri oluşturmaktadır. Bu süreçler, insan toplumları da dahil ekolojik sistemlerdeki çeşitli bitki ve hayvan türlerinin karmaşık ve birbiriyle bağlantılı toplumlar oluşturmalarında en önemli etkenlerdir. Bir ekolojik sistemdeki bütün unsurlar, kendiliklerinden dengeye gelen döngüler, geri bildirim mekanizmaları ve besin zinciri bağlantılarından oluşan karmaşık bir yapı ile birbirlerine bağlanırlar. Ekolojik sistemler, kendilerinden daha büyük bir bütün olan dünyamızın bir parçasıdırlar (Ponting, 7-15).

Dünyada yaşayan canlılar açısından en büyük ekolojik sistemi ekosfer (biyosfer) oluşturmaktadır. Ekosfer, yer küreyi saran atmosferin alt tabakaları ile hidrosferin arasında kalan, canlıların en yoğun yaşadığı alandır. Denizlerde 200 metreye kadar olan derinlikler, karalarda ise 130 metreye kadar olan yükseklikler canlıların yoğun olduğu alanlardır. Ekosfer adı verilen bu katmanlarla alışverişleri içeren, ekolojik ilişkiler içinde yaşamlarını sürdürürler (Ertürk 2009, 29-30).

İnsan toplumları, diğer tüm canlılar gibi, ekosfer ile etkileşim içinde olan bir unsurdur. İnsan ve ekosfer arasındaki ilişkiler bütünsellik, bağımlılık ve karşılıklı etkileşim içinde gerçekleşir. İnsan, ekosferden biyofiziksel gereksinmelerinin yanı sıra kültürel gereksinimleri için gerekli olan kaynakları temin eder. İnsan açısından ekosfer; zihinsel ve duyumsal etkinliklerin gerçekleştiği psişik evren (psikosfer), usun kavramı olan düşün evreni (noosfer), toplumsal kavramları ve ilişkileri içeren toplumsal evren (sosyosfer) olmak üzere üç evrenden oluşur (Kayır, 47-54). Toplumsal kurumlar, toplumsal evren içerisinde sürekli olarak bilgi alışverişinin yanı sıra, enerji ve madde alışverişini gerçekleştirirler. Bu ilişkiler, ekolojik sistemlerin özelliklerine benzer biçimde örgütlü, bağımlı ve görece uyumlu ilişki ve et-kileşim ağları içinde gerçekleşir.

Tablo 1. Enerji kaynağı ve enerji düzeylerine göre ekolojik sistemler

Yıllık Enerji Akışı Güç yoğunluğu (kkal/m2/yıl)
Nüfus 1,000-10,000 10,000-40,000 100,000-3,000,000
Ortalama Enerji Değerleri (2000) (20,000) (2,000,000)
GRUPLAR 1. Ek desteksiz, sadece güneş enerjili doğal ekosistemler1 2. güneş enerjisine ek olarak doğal yolla ek enerji ana ekosistem23. İnsan tarafından ek enerji desteği verilen güneş enerjili ekosistemler3 4. Yakıt enerjisiyle çalışan kentsel endüstriyel tekno ekosistemler4
Örnekler 1. Açık denizler ve okyanuslar, yüksek rakımlarda yetişen ormanlar, otlaklar 2. Gel-git zonunda bulunan kıyı bataklıkları, haliçler, deltalar; bazı tropikal yağmur ormanları3. Tarım alanları, su ürünleri yetiştirilen çiftlikler 4. Kentler, banliyöler, endüstri bölgeleri

(1) Bu ekosistemler, bir “uzay gemisi” olan Yarıkürede temel yaşam destek sistemini (doğal sermayeyi) oluşturular
(2) Bu ekosistemler, kendi doğal özellikleri nedeniyle verimli sistemlerdir; hem çok miktarda canlı barındırma kapasitesine sahiptirler, hem de çok miktarda organik madde üreterek bu organik maddenin bir kısmını depolar ya da başka ekosistemlere aktarırlar.
(3) Bunlar, insanlar tarafından sağlanan diğer enerji sübvansiyonlarıyla veya yedek yakıtlarla desteklenen, gıda ve lif üreten sistemlerdir.
(4) Bunlar, başlıca enerji kaynağı olarak güneş yerine yakıt kullanan ve para kazandıran (ve bunu yaparken aynı zamanda kirlilik yaratan) ekosistemlerdir. Bu ekosistemler, yaşamın devamlılığı, gıda ve enerji için başka ekosistemlere bağımlıdır (bir bakıma bu ekosistemler, başka ekosistemler üzerinden geçinen parazit ekosistemlerdir).
Kaynak: Collins ve diğerleri, s.416; Odum, s.133.

Toplumsal olguların örgütlenme ve işleyişleri ekolojik sistemlerdeki döngülerle benzerlik-ler gösterdiğinden, toplumsal yaşam ile ekolojik yaşam arasında benzerlikler vardır. İnsan açısından yerleşim alanları, yaşamın temel işlevlerinin gerçekleştiği ekolojik sistemlerdir. Bu bağlamda kentler de, sürekli bağımlılık ve etkileşimlerin oluştuğu, devingen bir bütün olarak, birer ekolojik sistemdir.

Kentler yoğun bir insan topluluğunu barındıran ve insan etkinliklerinin gerçekleştiği ekolojik sistemlerdir. Çok çeşitli ekolojik koşulları bünyesinde barındıran kentler, ekosferde en çok değişime uğrayan ekolojik sistemlerdir. Tüm ekolojik sistemler işlevlerini yerine getirebilmek için enerjiye gereksinim duyarlar. Enerji tüm ekolojik sistemlerin ortak bir özelliğidir (Collins ve diğerleri, 88; Odum, Barrett, 73). Dengeli ekolojik sistemlerde enerji girdiği ile çıktısı oransal olarak az çok dengededir. İnsan etkinliklerinin yoğunlaştığı kent ekosistemlerinde ise, geleneksel anlamda denge söz konusu değildir.

Tablo 1’de farklı ekolojik sistemlerin enerji kaynakları ve kullandıkları enerji düzeyleri verilmiştir. Sadece girdi olarak güneş enerjisinin kullanıldığı doğal ekosistemlerde, barındırdığı canlılar için gerekli olandan daha fazla üretim yoktur. Bu sistemlerde yılda m2 başına tüketilen enerji miktarı 1.000 ila 10.000 kkal olup, yıllık ortalama enerji tüketimi m2 başına 2.000 kkal’dir. Doğal yolla veya insan tarafından ek enerji desteği verilen güneş enerjili ekolojik sistemlerde ise, yılda m2 başına tüketilen enerji miktarı 10.000-40.000 kkal olup, yıllık ortalama enerji tüketimi ise m2 başına 20.000 kkal’dir. İnsan egemen tekno ekosistemlerde ise yıllık enerji tüketimi m2 başına 10.000 ila 3.000.000 kkal olup, yıllık ortalama enerji tüketimi m2 başına 2.000.000 kkal’dir. Bu verilerden de anlaşılacağı gibi kent ekosistemlerinde, doğal ekosistemlere oranla ortalama 1000 kat, tarım alanlarına göre de 100 kat daha fazla enerji tüketilmektedir. Yoğun olarak fosil yakıtların kullanıldığı kent ekosistemlerinde yıllık enerji yoğunluğu m2 başına 3.000.000 kilokaloriye kadar ulaşabilmektedir.
Kent ekolojik sistemleri, enerji açısından yoğun oldukları kadar, dışa bağımlı sistemlerdir. Bir teknoekosistem olarak kent, varlığını sürdürebilmek için, enerji yoğunluğu düşük doğal kırsal ekolojik sistemlere gereksinim duyar. Tarımsal üretimin görece çok az gerçekleştiği kentler, besin ve su kaynakları açısından kırsal ekolojik sistemlere bağımlıdırlar. Odum ve Barrett kentleri, düşük enerjili kırsal alanlar üzerinden beslenen parazitler olarak nitelemektedir. Ekosfer açısından, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde mega kent-lerin ortaya çıkması ve aşırı büyümeleri, ekosistemler üzerinde baskıların artışı açısından özellikle tehdit oluşturan konuların başında gelmektedir.

Teknosistem olarak kentler, yaşam destek sistemleri için gerekli olan girdilerin önemli ölçülerde dışarıdan elde edildiği ve buna karşın çok miktardaki atığın dışarı verildiği ekolojik sistemlerdir. Ekosferde karaların sadece % 2’sini kaplayan kentler, her yıl kaynakların % 75’ini tüketirken, karbondioksit salınımı, kirlilik, gürültü v.b. birçok ekolojik sorunun başlıca kaynağı olmaktadırlar (Gül, Polat,). Bir kentteki üretim ve tüketim etkinliklerinin gerçekleşmesi için gerekli olan ve kent dışında elde edilen kaynakların bulunduğu verimli ekolojik sistemler “ekolojik ayak izi” olarak tanımlanmaktadır (Odum, Barrett, 74-75; Collins ve diğerleri, 418-419; Levy,3; Özer, 82-83; WWF, “Ekolojik Ayakizi”). Ekolojik ayakizi, bir toplumun üretim için gerekli kaynaklarının elde edilmesi ve atıklarının yok edilmesi için gerekli olan kara ve su ekolojik sistemlerinin büyüklüğünü ifade etmektedir. Buna göre, kentlere kaynak temin eden orman ve tarım alanları, su kütleleri, doğal ve yarı doğal nitelikteki diğer ekolojik sistemler bir kentin ekolojik ayak izi alanlarını oluşturmaktadır. Ekolojik ayak izi kentlerin atıklarının yok edilmesi de dahil olmak üzere tüm gereksinimlerinin karşılanması için gerekli olan ekolojik sistem alanlarını ölçmeye yarayan bir araçtır. Bu araç sayesinde herhangi bir ülkenin veya kentin ne kadar biyolojik alan kullandığının belirlenmesi olanaklıdır.

Dünya Koruma Vakfı verilerine göre (WWF, Yaşayan Gezegen Raporu 2010), dünyadaki ekolojik ayak izi 1961 ile 2007 yılları arasında iki katına çıkmıştır. Ekolojik ayak izinin yarısından fazlasını oluşturan karbon ayak izi ise son on yılda 3 katı artış göstermiştir. Dünyanın biyolojik kapasitesi 11,9 milyar küresel hektar (gha) olarak hesaplanmaktadır. Buna göre dünyada kişi başına düşen biyolojik kapasite 1,8 gha’dır. Şekil 1. den de izlenebileceği gibi, 2007 yılında insanlığın toplam ayakizi, dünyanın biyolojik kapasitesini % 50 aşarak 18 milyar gha’ya ve kişi başına 2,7 gha’ya ulaşmıştır. Bu verilere göre, günümüzde insanlık için 1,5 dünya gezegenine gereksinim varken, ayakizindeki artışın bu şekilde devam etmesi halinde, 2030 yılında 2; 2050 yılında ise 2,8 gezegene gereksinim olacağı ileri sürülmektedir.

Şekil 1. Dünya küresel ayak izi (1961-2007)

Kaynak: WWF, Yaşayan Gezegen Raporu 2010, s.7

Kent ekolojisinde paradigma değişimi

Daha önce de belirtildiği gibi kentler, ekolojik sistemlerden yararlanılarak, sosyo-kültürel ve ekonomik etkinliklerin yoğun biçimde gerçekleştiği alanlardır. Kentler, bir yaşam alanı olarak, doğal ve yapay çevreden oluşan birer teknoekosistemlerdir. Bu bağlamda kentler yapay çevrenin, doğal çevreye baskın geldiği alanlardır. Ancak bu durum, kentlerin ekolojik sistemlerin bir parçası olduğu gerçeğini yok etmez. Kentlerde de ekolojik sistemlerin işleyiş ilkeleri geçerlidir. Bütünlük, öz denetim, sınırlılık, çeşitlilik, yok olmama, bedelsiz yarar olmaz ilkeleri ekolojik sistemlerin işleyişinde geçerli olan ilkelerdir (Ertürk 2009, 29-42).

Bir ekolojik sistemde dayanışma içinde karşılıklı ilişkilerden oluşan bir bütünsellik vardır. Ekolojik sistemlerde, denge durumundaki sapmaları düzeltecek geri besleme mekanizmaları bulunmaktadır. Ancak bu sistemlerde sınırlılık (taşıma kapasitesi) söz konusu olup, taşıma kapasitesi aşıldığında sistemin dengesi bozulmaktadır. Sistemin dengesi ile sistemin çeşitliliği arasında doğru yönlü bir ilişki olup, çeşitlilik sistemin sigortasını oluşturmaktadır. Ekolojik sistemlerde termodinamik yasalarına uygun olarak, sistemde var olan enerji ve madde bir şekilden diğerine dönüşebilmekte, ancak bu sistemden yok olmamaktadır. Sistemden yok olmayan enerji, her dönüşümde daha az yoğun ve dağınık biçime dönüşmektedir. Benzer şekilde döngülerden çekilen maddeler de biçim değiştirerek sisteme geri dönmektedir. Taşıma kapasitesinin sınırlı olduğu ekolojik sistemlerde, sistemlere yapılan aşırı müdahaleler sonucu oluşan bozulmalar, sistemlerin tepkisel çıktıları olarak, insan-lığı olumsuz biçimlerde etkilemektedir.

XIX. yüzyılın ortalarında gerçekleşen sanayi devrimi sonrasında, ekonomik ve toplumsal değişmelerin fiziksel mekana yansıması ile sanayi kentleri ortaya çıkmıştır. Sjoberg’e göre, sanayi kenti ile sanayi öncesi kentleri ayıran temel unsur teknoloji, örgütlenme ve sosyal kontroldür (Ertürk, Sam, 95-101). Sanayi kentinin belirleyici özelliği üretim yapısıdır. Sanayi kentinde ağırlıklı olarak tarımsal olmayan üretim yapılırken, hem tarımsal hem de tarımsal olmayan üretimin kontrol ve dağıtımının toplandığı mekânlardır. Bu bağlamda sanayi kenti, hinterlandı ile yakın ilişkiler içindedir. Bu ilişki sadece ekonomik ve sosyal boyutlarda olmayıp, ekolojik ilişkileri de içermektedir. Sanayi kentinin teknolojik gelişmişliği, bu mekanlarda, belirli bir büyüklük ve yoğunlaşmayı oluşturmanın yanı sıra, sosyolojik açıdan türdeş olmayan, ancak işbölümü içinde bütünleşebilen toplumsal yapıları oluşturmaktadır.
Bir süreç olarak kentleşme kırda çözülme ve kentlerdeki yoğunlaşma ve iki mekan arasındaki akımlar ile gerçekleşmektedir. Erken sanayileşen ülkelerde gerçekleşen kentleşme, sanayinin çekim gücüne dayalı bir süreç içinde dengeli gerçekleşirken, gelişmekte olan ülkelerde kırın itici gücüne dayalı dengesiz bir süreç olarak gerçekleşmektedir. Dengesiz gerçekleşen kentleşme birçok ekonomik ve toplumsal nitelikli sorunların yanı sıra, plansız ve düzensiz kentlerin ortaya çıkmasına ve ekolojik sistemde olumsuzlukların artmasına yol açmaktadır (Ertürk, Sam, 10-25).

Odum ve Barrett (409), büyümeyi destekleyecek ve devam ettirecek alt yapı olmaksızın gerçekleşen hızlı büyümenin, hızlı bir çöküşle sonuçlanacağını belirtmektedir. Onlara göre, ekolojik sistemlerin taşıma kapasitesini dikkate almadan plansız ve kontrolsüz gerçekleşen her süreç olumsuzlukla sonuçlanacaktır. Nitekim kentlerdeki bu nitelikteki gidişe dur diyebilmek için toplumun kent planlaması ile yakından ilgilenmesi gerekmektedir . Kentler, bağımlı birer ekosistem olarak, ayak izleri kendi büyüklüklerinden kat kat daha fazla olan mekânlardır. Aynı zamanda kentler, yerkürede en fazla değişime uğrayan ekosistemlerdir (Collins ve diğerleri, 416). Kentlerin ekolojik sistemler üzerinde taşıma kapasitesini aşan ölçülerde oluşturduğu baskı, bu alanlarda çevre sorunları olarak adlandırılan ve istenmeyen sonuçlara yol açmaktadır (Ertürk 2009, 93-163; Cunningham, Saigo, 526-529). Hava kirli-liği, su kirliliği, toprak kirliliği, katı atıklar, gürültü gibi olumsuzluklar kentlerde yaşam kalitesini azaltmaktadır (Schreiber, Clemmer, 258-302; Richardson, 280-307; Seneca, Taussing, 322-343, Watt, 282).

Kışlalıoğlu ve Berkers’e göre, kentlerde yaşam kalitesi kavramsal olarak, hem mimari ve estetik anlamı, hem de kentin havası, suyu, yeşil alanları ile kentli yurttaşın çevre sağlığı anlamını içermektedir. Kent ekolojisi, estetik ve işlevselliği bir arada içerecek biçimde, kentin yaşanacak yer olarak kalitesini tanımlamaktadır (Kışlalıoğlu, Berkes, 132-151). On-lara göre ekolojinin “en uygun çözümü doğa bulmuştur” kuralına paralel olarak, yöresel ve geleneksel mimari, doğaya uygun bir yapım tarzıdır. Oysa günümüzün kentlerinde ve yapı-larında, geleneksel mimarinin geliştirdiği doğa ile uyumlu yapım tarzları yok olmuştur. Hız-la büyüyen kentlerde kent toprağının hızlı değer artışına paralel olarak oluşan rant ve spekü-lasyon, kentlerin planlı ve ekolojik ilkelere uygun biçimde gelişmesini engelleyici etkiler ortaya çıkarmaktadır (Ertürk, Sam, 161-165). Örneğin kent toprağının değerindeki artışa paralel olarak, yeşil alanlar azalmakta ve tarım toprakları tarım dışı amaçlar için kullanıl-maktadır. Konut yerleşimi ve sanayi alanlarında yapılaşma olabildiğince fazla tutularak, yeterince yeşil alan ayrılmamaktadır.

Klasik kentsel ekoloji kuramı betimleyici iken, (Ertürk, Sam, 83-94) yeni ekolojik kuram normatif bir nitelik taşımaktadır. Yeni kent ekolojisi kuramı, kentsel gelişimin açıklanması ve betimlenmesi yerine, kentlerin nasıl olması gerektiğini tartışmaktadır (Naess, 58-59). Bu tartışma, kentlerin gelişiminin ekolojik sistemler ile uyumu üzerine temellenmektedir. Bu düşünce, bir yandan değişen paradigmayla bağlantılı iken, diğer yandan kentlerde yaşam kalitesindeki azalma ile bağlantılıdır.

Paradigmadaki değişime paralel olarak, kent ekolojisi yaklaşımı da değişime uğramaktadır. Kent ekolojisi, insan egemen sistemlerdeki yapı ve süreçleri de kapsayacak ölçüde genişlemektedir. Bu anlamda kent ekolojisi, kentsel büyümenin ekolojik yaklaşımla planlanmasıdır (Collins ve diğerleri, 423-424; Karadağ, 32). Bu bağlamda kent ekolojisi, toplumsal yapılarla bağlantılı bir hal almakta ve toplumsal olanla, ekolojik olanın birlikte ele alındığı bütünsel bir yaklaşım söz konusu olmaktadır. Kent ekolojisinde bütünsellik anlayışı, kentleri var eden tüm sistemlerin kentlerin yaşam kalitesi ile ilintili olarak ele a-lınmasını gerekli kılmaktadır. Kent ekolojisi, mimariyi, estetiği, işlevselliği, sağlığı içerecek biçimde kentin yaşam kalitesini tanımlamaktadır. Kentlerin yaşam kalitesi ve kent ekolojisi, kentlerin sürdürülebilirliği ile yakından ilişkilidir.

KAYNAKLAR
Altuğ Fevzi, Ertürk Hasan, “Kentsel Çevre Sorunları ve Politika Araçları” Şehircilik Hukuk Ve Yönetim İlişkileri, Türkiye 12. Dünya Şehircilik Günü Kolokymu, Ankara: SBF, ss: 148-164.
Boockhin Muray, Özgürlügün Ekolojisi: Hiyerarşinin Ortaya Çıkışı ve Çözülüşü, Çev: Alev Türker, İstanbul: Ayrıntı,1994.
Boughey Arthur S.;Fundamental Ecology, New york: Thomes Y.Crowell Company, 1971.
Barde J.P,”The Path to sustainable Development” The OECD Observer, 164,June-Jully 1990,ss:33-37.
Capra Fritjot, “Systems Theory andthe New Paradigm” Ecology: Key Concepts in Critcal Theary ed:Carolyn Merahant, New Jersey: Humanities Pres, 1994, ss:334-341.
Capra Fritjof, Batı Düşüncesinde Dönüm Noktası, Çev: Mustafa Armağan, İstanbul: İn-san Yayınları, 1992.
Collins J.P ve Digerleri, “A New Urban Ecology” American Scinentist, 88, September-October 2000, ss: 416-425.
Cunningham W.P., Saigo B.W., Environmental Science: A Global Concern, 3.ed., London: Wm.C.Brown Publishers, 1995.
Edington J.M, Edington A.M., Ecology and Environmental Policy, London: J.W. Arrowsmith Ltd.,1981.
Ertürk Hasan, “Kentsel Çevre Sorunlarının Çözümü Açısından Ekolojik İlkeler” Kent ve Çevre “Planlamaya Ekolojik Yaklaşım” İstanbul: M.S.Ü. Şehir ve ölge Planlama Bölümü, 1995,ss: 49-58.
Ertürk Hasan, “Sürdürülebilir Kentler” Yeni Türkiye Habitat II Özel sayısı, yıl:2, sayı: 8, Mart – Nisan 1996, ss:174-178.
Ertürk Hasan, Çevre Politikası, Bursa : Ekin Kitabevi Yayınları, 2011.
Ertürk Hasan, Çevre Bilimleri, 4. b., Bursa: Ekin Kitabevi Yayınları, 2012.
Ertürk Hasan, Sam Neslihan, Kent Ekonomisi,4.b., Bursa : Ekin Kitabevi Yayınları,2011.
Freeman A. Myrick, Haveman Robert H., Kneese Allen V., The Economics of Envira-mental Policy, Newyork: John Wiley and Sons, Inc., 1973.
Gül Atilla ve Polat Erkan, “Kentlerin Gelecegi icin Bir Zorunluluk (BEY)” http:/ide.sdu.edu.tr/tam metinler/kalkınma/kalkınma18.pdf (05.08.2011).
Harvey, David. Postmodernliğin Durumu, çev: Sungur Savran, İstanbul: Metis Yayınları, 1997.
Hultman, Johan. “Approaches and Method In Urban Ecology” Human Geography, vol:75, no:1, 1993,ss:41-49 http://www.jstor.org/stable/490606 (03.07.2011)
Karadağ Arife,”Kentsel Ekoloji: Kentsel Çevre Analizlerinde Coğrafi Yaklaşım” İzmir: Ege Cografya Dergisi, 18 (1-2), 2009, ss,31-47.
Kayır Gülser Ö., Doğaya Dönüş: Topluma Ekolojik Bakış, Ankara: Bağlam, 2003.
Kışlalıoglu Mine, Berkes Fikret, Çevre ve Ekoloji ,10.b. İstanbul: Remzi Kitabevi, 2007
Levy Jaques, “The City is Sustainable Develompent” çev: Eric Rosencantz, http://www.metropolitigues.eu/ IMG/pdf/ MET-Levy-Eng.pdf. (26.02.20011)
Molbert, Bjorn, “To Improve Urban Life-About Policy for Planning and Implementation” Urban Ecology, UNECE, Seventh Conferance on Urban and Regional Research, Ankara:29 Haziran – 3 Temmuz,1992,ss:116-125.
Naess Petter, “Urban Development and Environmental Philosophy” Urban Ecology, U-NECE Seventh Conferance on Ankara: 29 Haziran-3 Temmuz, 1992 ,ss: 54-70.
Odum E.P ve Barrett G.W., Ekolojinin Temel İlkeleri, Çeviri editörü: Kani Işık, Anka-ra: Palme Yayıncılık, 2008.
Özer Zuhal, “Ekolojik Ayak İzi” Bilim ve Teknik,Ekim 2002, ss:82-83.
Pearce, D.W., Economic Insentives and Renewable Natural Resources Mangment, Paris: OECD,1989.
Ponting Clive, Dünyanın Yeşil Tarihi: Çevre ve Uygarlıkların Çöküşü, Çev: Ayşe Başcı Sander, İstanbul: Sabancı Üniversitesi, 2000.
Redclift, M., Sustainable Development: Exploring the Contradictions, London: Rout-ledge,1987.
Richardson, Harry W. Urban Economics, Middlesex: Penguin, 1971.
Richardson, Harry W. Urban Economics, Illinois: The Dryden Press, 1978.
Schreiber, A.F.; Clemmer, R.B. Economics of Urban Problems: An Introduction, 3.ed., Boston: Houghton Mifflin Company, 1982.
Seneca J.J., Taussing M.K., Environmental Economics, 2.ed., New Jersey: Prentice Hall, Inc.,1979.
Sılaydın M. Burcu, Ergin Şenel, Efe Mercan, “Ekolojik Planlama Kavramının Teorik ve Pratik Anlamı” Ekoloji ve Çevre, İzmir: Biyologlar Derneği, IV. Ulusal Ekoloji ve Çevre Kongresi 5-8 Ekim 2001, Bodrum, ss: 647-650
Tisdell, Clem,”Sustainable Development: Differing Perspectires of Ecologist and Eceno-mist and Relevance to LDCS” World Development, vol:16, no:3, 1998, ss: 373-384.
Watt K.E.F., Understanding the Enwironment, Boston: Allyn and Bacon Inc., 1982.
WCED, Our Common Future, Newyork, Oxford University Press,1987.
WWF, “Ekolojik Ayak izi” http://www.wwf.org,tr/page.php? ID=3498 MID=343 (05.08.20011).
WWF,Yaşayan Gezegen Raporu 2010, http://www.wwf. org.tr/page.php?ID=349 (03.08.2011).
Yılmaz Oğuz, Duman Ülkü, “Yeni Yerleşim Alanlarının Planlanmasında Ekolojik Planla-ma İlkelerinin İrdelenmesi” Ekoloji ve Çevre, İzmir: Biyologlar Derneği, IV. Ulu-sal Ekoloji ve Çevre Kongresi 5-8 Ekim 2001. Bodrum, ss:443-456